-->

Theme Layout

Boxed or Wide or Framed

Theme Translation

Display Featured Slider

Featured Slider Styles

Boxedwidth

Display Trending Posts

Display Instagram Footer

No

Dark or Light Style

The Killing Fields

The Killing Fields

The Killing Fields, 1984 yapımı, 3 Oscar kazanmış, içimde bir şeylerin gark etmesine (evet evet gark. sesli mesli hem de) sebebiyet vermiş bir film. Eğer Kamboçya hakkında herhangi bir bilgiye sahip değilseniz, (herhangi bir bilgiye sahip olunmaması oldukça normal. Ama "Kamboçya da ne?" diyenlere buradan kocaman bir "Höh!" demek istiyorum.) Efendim, filmimiz aldığı ödülleri sonuna kadar hak ediyor. Bir yandan Khmer Rouge yönetiminin yaptığı katliamları ve isnanların yaşadıkları zorlukları anlatırken bir yandan da kurgusu kusursuz denecek ölçüde güzel bir hikâye anlatılıyor. Çekim açıları ve sembollerle de süslenince, ortaya üzerinden elli yıl geçse de eskimeyecek bir film çıkmış oluyor. İnanın, hem yakın tarihte olmuş bir olayı işlemek, hem bununla iligli mesajlar vermek, hem de filmin kahramanalrının hikayelerini oturtmak o kadar zor bir şey ki! Böyle bir film çekmeye çalıştığımdan dolayı demiyorum, ama tüm izlediğim 25-35 sene öcnesine ait savaş fil...

The Knife

The Knife

Bayağı zamandır müzikle ilgili bir şey yazmadığımı fark ettim.  Aslında bu da bir yalan. Gerçeği, bir nevi " Her şeyi de yazmayıvereyim, bana kalsın sadece ben dinleyeyim" tribimden dolayı. Halen öyle yaptığım birkaç grup/müzisyen var. Onlara belki başka bir zaman değinirim. şidmi sıra aslında "80'lerin sonu, 90'ların başında doğan" gençliğin iyi bildiği bir grupta. Çoğu kişi farkında olmadna biliyor bu grubu. Neden mi?  İşte açıklaması: Birkaç sene önce sürekli Dream TV, MTV gibi müzik kanallarında dönüp duran Norveçli elektropop grubu Röyksopp'un What Esle Is There? şarkısını hatırlarsınız. Hani şu çok güzel Norveçli bir ablanın havada süzüldüğü klibe sahip olan şarkı. İşte oradaki ses aslıdna İsveçli grupThe Knife'ın vokalisti Karin Dreijer'e ait. Yalnızca bu da değil, şarkıalrı birçok filmin sountrackinde de bulunuyor. Ama en güzel halini soracak olursanız ne Röyksopp'daki vokal ne de sountrackler; sahne şovları! Ka...

Le Fate Ignoranti

Le Fate Ignoranti

Le Fate Ignoranti, yani Cahil Periler Ferzan Özpetek'in yaşına göre erken gelen başyapıtı. Tabii Cahil Periler'in devamında da son derece güzel filmler çekti ama bu film, işte bu film, yani bu film... Neyse ben bir şey demiyorum siz anlayın. Aslında Freud'e bir baş kaldırış var Özpetek'in filmlerinde. Bunu Serseri Mayınlar'da da görmemiz mümkün. Hani dünyada iki temel içgüdü vardır; seks ve şiddet. Bunu dışıdnakiler de yalandır. Anlayışiına karşı çıkan filmler onunkiler. Bu isyanın, iki insanın birbirini yalnızca soylarının devamı için idtedikleri gerçeğine olan başkaldırının ele alınış biçmi de son derece ilginç bu fimlerde. Neden mi? Çünkü Le Fate Ignortani'de artık başımıza kakıla kakıla anlatıldığı gibi "aşk" denilen şeyin bedenden çok daha öte olduğunu söylüor Özpetek. Özpetek'in sinemasından şöyle böyle haberdar olup, filmlerini ve filmlerindeki karakterlerini eşcinsellik üzerinden yürüttüğünden haberdar olanlar onun bu "bed...

Mr. Nobody

Mr. Nobody

Enteresan filmler kuşağına hoş geldiniz. Donnie Darko vri bir filmle daha karşınızdayım efenim. Paralel evrenler arası yolculuklar yaparken bir yandan da seyircinini akfasını karıştırmayı amaçlayan bir film daha! Sevilmeyecek bir film mi? Hiç de değil. Herhalde ben bu tarz, "haydi biraz kafaları karışsın, kafaları karışınca mutlaka beğenilecek bir şey vardır diye düşünüp hayran oluyorlar filmlere" mantalitesiyle yapılmış filmleri çok izlediğimden midir, nedir bir ön yargılı yaklaşıyorum böyle filmlere. Yoksa bilimkurgu, fantastik, dram gibi ögeler içeren Mr. Nobody gerçek mânâda oldukça başarılı bir film. Belçikalı aktör Jaco Van Dormael'in müthiş kafasından çıkmış, toparlaması son derece zor, iyi toparlanabildiği için de aynı ölçüde başarılı bir film. Bu açıdan saygıyla önünde eğiliyorum Monsieur Dormael'in. Film Belçika, Fransa, Almanya, Kanada ortak yapımı. Kurgunun getirisi olan üst düzey görsel efektler zaten Belçika'daki film platolarının kaldır...

Les Géants

Les Géants

Cannes'da iki ödül kazanan ve sanat yönetmenliği açısıdnan yılın en iyi filmlerinden birisi olarak gösteriliyor Les Géants. Gerek 31. İstanbul Film Festivali kapsamında gittiğim son, gerekse bir sene boyunca yaşayacak olduğum Belçika'da çekilen bir film oluşu nedeniyle Rexx Sineması'nda sabahın 11'ine aldım bileti. Cuamrtesi sabahı uyanıp Karaköy'den Kadıköy'e geçmek pek kolay olmadı. Bu nedenle de filme biraz geç kaldım ve anca ön taraftan girebildim. Normalde arkalarda yer alırım ve sinema salonu her daim küçücük çıkar, rahat edemem o koltuklarda. Ama bu sefer şansıma üç oad bir salon bir beyaz perde çıktı. Filmi üçüncü koltuktan seyretmek zorunda kalmam sebebiyle de nur topu gibi bir boyun fıtığı sahibi oldum. Ama değdi mi? Gerçek manada "försel" bir şeyler arayan gözler için gerçekten de doyurucu bir filmdi diyebilirim. Bouli Lanners'in 3. uzun metrajlı filmi anneleri tarafından artık hayatta olmayan büyükanne ve büyükbabalarının...

Paranoid Park

Paranoid Park

Blake Nelson'ın aynı adlı kitabından uyarlanan Paranoid Park, usta yönetmen Gus van Sant'ın imzsaını taşıyor. Başlangıç sizi korkutmasın. İçindekiler bölümünde bir de kültür-sanat gözüksün diye ajanda ekleyen life-stlye dergilerinin yaptığı gibi yapmacık bir yazı yazmayacağım kesinlikle.  Gus van Sant, favori yönetmenlerimden. Bu açıdan tam manasıyla objektif olamayabilirim. Objektif olamayan halimle bile rahatça diyeiblirim ki, film, Sant'a Cannes En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazandıran Elephant'ın gölgesi altında kalmış. Kaykay sahneleri, Gus van Sant'e özgü, o değişik kurgu ve başroldeki çocuğun donuk halleri her ne kadar iyiyse, hikâye bir o kadar zayıf kalmış. Filmin yalnızca 18 günde çekilmesi bir yana, sanki gerçek manada oldu bittiye getirilmiş gibi. Bu arada gerçekten de güzel anlar yakalanmış. Hele ki çocuğun donukluğu hikayenin genel akışı içerisinde son derece iyi yedirmiş. Sant'ın o göze soka soka bir hâl olduğu, manasız derecede( t...

Magnifica Presenza

Magnifica Presenza

Ferzan Özpetek'in son filmi Şahane Misafir hakkında diyeceğim şeyler, filmi iki-üç kez daha seyrettikten sonra değişebilir. Çünkü hop diye izlenilip anlaşılabileek bir film değil karşımızdaki. Yok yok hayır, öyle ağır işleyen, insanı sık boğaz eden bir film alaşılmasın benim bu sözlerimden. Aksine, oldukça eğlenceli, su gibi akıp giden kurgusu, insanı neşelendiren tematik müzikleri ve Ferzan'ın her daim eklemeyi sevdiği küçük komiklikleriyle film oldukça eğlenceli. Gene de rahatlıkla diyebiliriz ki, Ferzan daha öncekilerden çok daha farklı bir film ortaya koymuş. Başrolün eşcinsel oluşu zaten elzem olan bir şey. Ancak film büyük bir eşcinsel aşkını veya eşcinellerin yaşadıkları çatışmaları vs. konu edinmiyor. Bu konuda da bundan önceki son filmi Mine Vaganti'den ayrılıyor. Şahane Misafir'in çok konuşulamsının bir başka nedeni de filmde Cem Yılmaz'ın rol alması. Cem Yılmaz her ne kadar konuya direkt olarak etki eden bir rolde alıyor olmasa da yine de...

Grbavica

Grbavica

Grbavica: The Land of My Dreams Türkçe'ye Esma'nın sırrı olarak çevirilmiş olsa da, Grbavica Bosna Savaşı'nın en yoğun olarak yaşandığı bölgelerden birisi. Filmin bu adı almasındaki başlıca etken de bu. Film aslında Doğu Avrupa, özellikle Balkanlarda çekilen filmlere aşina olan isnanlar için çok farklı bir bakış açısı veya kurgu sunmuyor. Ancak üzerinden yirmi yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen izlerinin halen en derinden hissedildiği savaş hakkında yapılan en güzel filmlerden birisi olduğunu söyleyebilirim. Angelina Jolie gelip de bu topraklar hakkında bir film yapmaya karar vermeden, yani ABD elini atıp zaten kanla kirlenmiş olan bu toprakların sularını daha da bulandırmadan önce, Grbavica çok daha  önce çıkıyordu diyebilirim. Günümüz Bosna'sında geçen olay bir anne ve kızın hikâyesini anlatıyor. Kocasını Bosna Savaşı'nda şehit eden ( Boşnakça'da da "şehit" denilmesi dikkatimi çekti) Esma tek başına kızına bakmaya çalışır. Birya...

Odjuret

Odjuret

İstanbul Film Festivali'nin belki de en ilginç bölümü "Mayınlı Bölge". Deneysel filmlerin gösterildiği, çekim açılarının zorlanıp ve genel-geçer doğruların sorgulandığı bölgeye böylesi bir isim buldukları için önceden tebrik etmek istiyorum IKSV'yi. Su Tunç'un En iyileri klasmanında  kendine yer buldu bu film. Nisan 11 akşamı ben de bu bölgeye dahil olan "Odjuret", "Savage" yani "Canavar"a gittim. Öyle deneysel film denilince akla üç saat boyunca aynı yere bakıp da sonra kafasını öbür tarafa çeviren insanlar gelmesin. Tabii, film alışık olduğumuz Hollywood formatından çok farklı bir biçimde çekilmiş. Hele ki İsveç yapımı olan filmdeki doğa görüntüleri ayriyetten bir şahane. Filmin yönetmenlerinin de konuk olarak gelmesi çok hoştu ancak salon yarısına kadar dolu olduğum için üzüldüğümü belirtmeliyim. Sen kalk gel İsveçlerden, insanlar filmine bile gelmesin. Hayat işte.. Yönetmenler, Martjin Jern, Emil Larsson İ...

Infinyteam