-->

Theme Layout

Boxed or Wide or Framed

Theme Translation

Display Featured Slider

Featured Slider Styles

Boxedwidth

Display Trending Posts

Display Instagram Footer

No

Dark or Light Style

Entre Les Murs

Entre Les Murs

Yönetmen: Laurent Cantet Paris'in göçmenleriyle ünlü 20. Bölgesindeki( Point 20) bir otraokulda Fransız Edebiyatı öğretmenliği yapan François Bégadeau'nun yarı otobiyografik romanından uyarlama bir film Entre Les Murs( Duvarlar Arasında). Filmin senaryosunu da yazan Bégadeau aynı zamanda da Fransız Edebiyatı öğretmeni olarak filmde yerini alıyor. 2008 yılında Oscar'a aday gösterildi ve New York Film Festivali'nin açılış filmi olarak seçildi. Ayrıca 21. yılın ardından ilk defa Cannes'da Altın Palmiye ödülünü kazanan Fransız filmi olma özelliğini taşıyan Entre Les Murs o kadar gerçekçi ki, eminim siz de film boyunca kendinizi sınıftaki herhangi bir birey olarak addedeceksiniz. Filmin genel mekanı sınıf. Filmin adı İngilizce'ye de zaten "The Class" olarak geçmiş. Biz de onlardan alarak filmin adını Duvarlar Arasında değil de Sınıf yapmışız. Olur böyle şeyler, takılmamak lazım. Filmde herhangi bir müzik yok. Çocukların bahçedeki cıvıltıları ...

Incendies

Incendies

Yine bir Quebecois filmi desem? Güzel film yapmalarında benim hiçbir suçum yok. İzlediğim filmlerin Fransız Kanadalılarına ait olduğunu izledikten sonra öğreniyorum genelde. Incendies gerek konusu gerekse çekildiği yer bakımından daha önce izlediğim herhangi bir Quebecois filmine benzemiyor. Film Kanada/Lübnan'da paralel olarak geçiyor. Siyasi bir film olmasının yanısıra aile olgusunun ne denli karmaşık olduğunu da gözler önüne seriyor. Nitekim daha önce izlediğim Quebecois filmleriyle karşılaştıracak olursam, bu film insanın iç dünyasına veya karakterler arası ilişkilere değil de daha çok insanın insan olmasından ötürü süregelen duyguları ve Lübnan'daki iç savaşın götürdüklerini anlatıyor. Denis Villeneuve'ün yazıp yönettiği film 2010 yılında En İyi Yabancı Film dalında Oscar'a aday oldu. Hak etti mi? Bence evet. Ödüllü film izlemeyi tercih eden kimselerin şaşırmayacağı bir sonla bitmesine karşın son öylesine bir biçimde bağlanıyor ki, sonun kendisine ...

J'ai Tué Ma Mère

J'ai Tué Ma Mère

J'ai Tué Ma  Mère.. Yine bir Quebecios filmi... Bilemiyorum acaba bu insanlar cidden çok güzel filmler mi yapıyorlar yoksa ben mi en güzellerine denk geliyorum. Öyle  ya da böyle, J'ai Tué Ma Mère, yani "Annemi Öldürdüm" filmi de Su Tunç'un Kült Filmleri klasmanına girmiş bulunmakta. (Aslında öyle bir klasmanım yoktu ama sırf bu film için yaratmış oldum.) Filmin içeriği, çekimleri vs. zaten takdire şayan. Ancak asıl takdire şayan olay şey ise, 2009 yapımı bu filmin senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusunun 1989 doğumlu birisi olması. Evet, Cannes Film Festivali'nde 3 ödül kazanmış olan ( ayrıca eklemek gerekirse film, İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde de "Pople's Choice" ödülünü almıştı ) bu film yalnızca 20 yaşında olan birisi tarafından kurgulandı, yönetildi ve oynandı. Bu nedenle de sizden Xavier Dolan ismini bir kenara not etmenizi istiyorum. Çünkü 2010 filminde yine senaryosunu yazdığı, yönettiğii ...

Utanç

Utanç

Su Tunç-Bilgi Genç Haber Ajansı, Ölürsen Özgür Olursun Türkçe’ye “Utanç” olarak çevrilen filmin asıl adı: “Buda As Sharm Foru Rihkt” ( Buda Utancından Yıkıldı) Orta Afganistan’daki  sarp kayalıklardan oluşan Bamyan Vadisi’nde, geçiyor. Bu haliyle de 2011 yapımı, seks bağımlısı bir adamın yaşantısını anlatan İngiliz filmi “Utanç”dan ayrılıp, kendine apayrı bir yol çiziyor. İranlı ünlü yönetmen Muhsin Makhmalbaf’ın 1988 doğumlu kızı Hana Makhmalbaf’ın  ilk uzun metrajlı filmi. Kanalları zaplarken yanlışlıkla bu filme denk gelen birisinin bile kayıtsız kalamayacağı, filmi izledikten sonra ise boğazına bir düğümle ve aklında yüzlerce sorularla baş başa kalacağı türden bir film yapmak, 19 yaşınayken pek de mümkün olmaz. Ancak Han beklentilerin de ötesine geçerek, anlatmak istediğini son derece gerçekci bir şekilde, doğrudan veya semboller kullanarak izleyiciye aktarmayı başarıyor. Filmin geçtiği Bamyan Vadisi’nin özel bir anlamı var. Buradaki 6 yüzyıldan ...

Dogtooth

Dogtooth

Saf Gerçekliğin Rahatsız Edici Yüzü: Dogtooth "Su Tunç'un (yani kendimin)  Eksiyirmidört dergisine yazdığı yazıdır..." Bilimkurgu filmlerinin sıkça kullandığı belli bir grubun alt grubu tamamen tekeline alması durumu Kynodontas'da -hemen herkesin ilköğretim birinci sınıfa öğrendiği gibi- toplumun en küçük yapı taşına, yani aileye indirgenmiş. Sözlerimden Kynodontas'ın, yani Köpekdişi'nin bir bilimkurgu filmi olduğu çıkarılmasın. Giorgos Lanhimos'un yazıp yönettiği bu film, günümüz dünyasındaki kapitalist düzenin harita ölçeğiyle küçültülüp bir aile üzerinden oldukça çarpıcı ve çoğunluğun fikrine göre de "rahatsız edici" bir şekilde anlatılmasını konu ediyor. 2010 yılında En İyi Yabancı Film dalında Oscar adayı olan Yunan yapımı bu film, Giorgor Lanhimos'un üçüncü uzun metrajlı filmi olma özelliğini taşıyor. Çarpıcı ve insanın içine işleyen bir senaryo ve sekanslar arası geçişleriyle tam da amaçlandığı gibi insanı boşluk ...

Sóley

Sóley

Hani mükemmeli bulursunuz ya, ( böyle bir olay var mı ben bilmiyorum ama bulanlar varmış) işte o mükemmele en yakın olanlardan birisi Soley benim için. Müzik bağlamında tabii ki. İzlandalı piyanist bir ablamızdan bahsediyorum. Kendisi pek bir şirin, pek bir tatlı. Ne yazık ki Barok tarzından esinlenen müziğiyle ben başka dünyalara alıp götürüyor. Ne yazık ki bu dünyalardan hiç birisinde şekerlerden yapılma pembe evler, balkabağından arabalar, beyaz atlı prensler yok. Hepsi birbirinden ayrı tonda siyah renklerle kaplı. Hele ki tam adı Sóley Stefánsdóttir olan hanım kızımız o insanı delik deşik eden Björk gibimsi ama değil de gibimsi sesiyle şarkı söylemeye başladığında siyahlardan siyah, grilerden gri beğeniyorsunuz. Eğer sizin de "mükemmeliyet" tanımınız bunun gibi bir şeyse, kesinlikle durmayın derim. Çünkü Sóley öyle oturup " Hadi şunu da bir dinleyeyim bakalım neymiş." denilecek bir müzik yapmıyor. O müzik sizi içine çekiyor, hakiyâesini anlatıyor, yaşam...

Neon Indian

Neon Indian

Karşımızda oldukça yeni bir grup var. Henüz 2008'de kuruldular. Yaptıkları müzik de en az grupları kadar yani. MGMT ve Pnau benzeri bir new wawe grubu Neon Indian. 1988 Meksika doğumlu  Alan Palomo tarafından kuruldu ve çok yeni olmalarına rağmen "Polish Girl" adlı bir hit çıkarmayı başardılar bile. Ancak grubun popüler olan bir iki şarkısının dışında çok daha az önemsenmiş, az önemsendiği kadar da güzel olan başka parçaları da var. Şahsen bu grubu bulduğum için çok mutluyum ben. Az bilinen güzel parçalarından:

Architecture in Helsinki

Architecture in Helsinki

Hayır hayır, Helsinki'deki mimari yapılardan bahsetmiyorum. Gerçi günümüz Helsinkisini Helsinki yapan mimar Alvar Aalto ile ilgili de bir yazı hazırlayabilirim ama Architecture in Helsinki'nin mimarlıkla, hatta ve hatta Helsinki ile bile bir alakası yok. Avustralyalı bir indie rock/pop grubu konumuz bu sefer. FIFA 2011'de de bulunan şarkıları "Escapee" in cidden dinlenesi türden olduğunu belirtmek isterim. En büyük özellikleri yalnızca elektro gitar, bass, bateri ve vokalistten oluşan bir grup olmamaları. Mutli- enstrumantalist yapıları nedeniyle müziklerini çok daha geliştirebilme ve farklı alanlara yönelme imkânı buluyorlar. Nitekim gruptan 2006 yılında ayrılan "Tubist" Isabel Knowles'ın yanısıra şimdi grupta olan Kelli Shuterland klarnet, Gus Franklin ise trombolin çalmakta. http://fizy.com/#s/1cv5y2 Wikipedia'da adlarına Türkçe bir sayfa yok ancak grupla ilgili diğer tüm detaylar buradan bulunabilir. Eğer canını...

Jaga Jazzist

Jaga Jazzist

Benim favori parçam: http://fizy.com/#s/1ohph8 Önümüzdeki günlerde İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Santral Kampüsü'ndeki Tamirhane'de arz-ı endâm edecek olan bir grup Jaga Jazzist. Norveç kökenliler ve çok sesli jazz yapıyorlar. Daha doğrusu tarzlarına Nu Jazz, Electronica, Experimental Rock ve Jazz desek yanlış olmaz. 1994'den beri sayısız ülkede sahne alıp sayısız grup üyesi eskittiler. Bize bu derece uzak olan bir ülkenin insanlarının ürettikleri müziğin de uzak olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Zira Jaga Jazzist uluslararası ölçütlerde yaptığı müziğiyle yediden yetmişe herkese hitap edecek düzeyde. 21 Ocakdaki gösterilerine giderek İskandinavya'da Nu -Jazz akımının abşlatıcları olan bu jazzmen/jazzwomen topluluğu keşfetme imkânı bulabilirsiniz!  Onlar Facebook hesaplarından İstanbul'a gelmek için sabırsızlandıklarını söylediler bile... Detaylı bilgi için: jagajazzist.com

Restless

Restless

Gus Van Sant'in gelmiş geçmiş en "normal görünümlü" filmi Restless Filmekimi kapsamında gösterildi. Büyük ihtimalle de ülkemizdeki diğer sinemalarda da gösterime girecek. Eylül 2011 yapımı film Cannes Fİm Festivali açılış filmi olarak seçildi. Cannes zaten Gus Van Sant'i her zaman çok sevmiştir. Hollywood yapımlarından sonra ölüm üçlüsü olan Elephant, Gerry ve Last Days'de tamamen kendi tarzını konuşturan Sant, mezunu olduğu resim bölümünden aldığı görsel sanat aşkını kendi filmlerine yansıtmıştı. Genelde diyalogların arka planda olduğu filmin asıl konusunun durağanlığın arasından seçilebildiği Gus Van Sant filmleri bu sefer yerini 18 yaşındaki iki gencin saf ve temiz aşkına bırakıyor. Normal ve güzel bir aşk hikayesi olarak da izlenebilecek olan film aslında yaşam, reenkarnasyon, paralel evren, şizofreni, ölümden sonraki yaşam gibi konulara değiniyor. Reenkarasyonu şimdi ben uydurdum aslında ancak eşelenirse bulunabilir belki de. Filmin tam olarak ne...

Infinyteam