Blogumda genel olarak anime, manga, kitap ve film kritiği yapmaktayım. Ancak bu konu hakkında Türkçe kaynaklara ulaşma konusunda çok büyük bir sıkıntı olduğunu gördüm ve bu sefer de bilgilendirici bir yazı yazayım dedim. Youtube'a ''Asperger Sendrome'' veya ''Syndrome d'Asperger'' yazdığınızda karşınıza bizzat sendrom sahiplerinin çektiği tonlarca video çıkacak. Ancak çok büyük bir ağırlığı İngilizce ve Fransızca olan bu videoları tabiri caizse dil bilen kişiler dışında kimse anlayamaz. O nedenle ben de biraz açayım. Neredeyse 80 milyonluk bu devasa ülkede hayatı boyunca tanım alamamış veya ''yav bu çocukta bir gariplik var. Ne ola ki?'' diyerek internete girip araştırma yapan ebeveynlere belki bir yardımım dokunur. Asperger Sendromu, Amerikan Prikoloji Derneği'nin 2013 yılında yayımladığı ve psikiyatri alanına giren her türlü sendrom ve hastalığın tanımının yapıldığı DSM-5'te bulunmamakta. Yani, tedavülden kal...
Game of Thrones Camiasında Bitmeyen Tartışma: Azor Ahai (Benim teorim en sonda)
Öncelikle belirtmek isterim; buradaki yazı, kitapta var olan ancak dizide bahsedilmeyen bilgileri ve bu bilgilerin ışığında oluşturulan teorileri içermektedir. (Benim teorim en sonda diyerek de 90'lı yılların magazin programlarından kalma demode bir ilgi çekme yöntemi kullandım, affola) Sigara paketlerinin üzerindeki uyarılara benzer bir uyarıyla başlamam elzemdi. Zira herkes şu aralar gergin. İki buçuk ay süren Game of Thrones Mevsimi süresince alışık olduğumuz gibi diziyi beğenmeyenler, beğenmeyenlere sövenler, kitaptan spoiler verenler ve bu sopilerlerı sövenlerle doldu ortalık. Her şey bıçak sırtında. Bir yanlış kelime etsem linç edilebilirim. Bu baskı ortamında, beşinci sezonun sonuna gelmiş ve ''Azor Ahai'' kavramını sağda solda görmeye başlamışken olayı biraz aydınlatayım dedim. Kimidir bu Azor Ahai? Bundan sekiz bin yıl önce, Uzun Gece adı verilen ve yıllaaar yıllar süren kışta süresinde (orada mevsimler yıllar sürüyor, ondan habire kış...
Whiplash
İzleyeli uzun zaman oldu. Bugün film müziklerini ararken geldi aklıma bloguma yazmadığım; yazayım dedim. İzlediğim zamanda daha fazla söyleceklerim vardı filmin konusu hakkında. Masanın başına oturmadan düşündüm, şimdi daha çok karakterler üzerine konuşmak istiyorum. Farkında olmadan sindirmişim hepsini bu geçen sürede. Derinlere inmeden önce filmin kısa bir özeti ile başlayayım; Andrew dünyanın en iyi konservatuarlarından birinde okuyan-tabii bu vak'ada çalan demek daha doğru olur- gencecik bir arkadaşımız. Henüz birinci sınıfta ancak kendisi yetenekli mi yetenekli. Onun bu yeteneğini efsanevi orkestra şefi Flecther fark eder ve Adrew'un macerası bu şekilde başlamış olur. Yalnızca en iyilerin çalabildiği, Flecther'ın orkestrasına kabul edilen Andrew'un neşesi kısa sürer. Fletcher disiplinli, asabi ve mükemmeliyetçidir. (Hatta Fletcher, Andrew'a henüz orkestraya katılışının ilk gününde sırf bu nedenden dolayı sandalye fırlatır. Neyse ki Andrew son an...
Yıllardır arada sırada, banka kuyruğunda beklerken, akşam yatmdan önce gözümden uyku aka aka dişimi fırçalarken, bir konuşma esnasında iç sesim olarak aklımdan "Ya ben Nocontyforolmen'i izlemedim. Bu akşam/yarın izleyeyim" derim. Sonunda bambaşka bir nedenden nolayı, istekli ve bilinçli bir şekilde başına oturdum filmin ve bitirdim. "Başka neden"i de açıklayayım; Anton Criugh karakteri ile benzer özellikler taşıyan insanları araştırıyorum deli gibi son günlerdir. İleride bir gün aklımdaki yeni projeyi hayata geçirirsem -ki geçireceğim- ve basılırsa dersiniz Su Criugh'dan ayaklamış diye. (Diyemezsiniz hiç de bile! Ben gözlem yapıyorum yalnızca. Benim karakterlerim daha farklı. Pışık) Oturdum izledim. Hiç böyle bir filmle karşılaşacağımı zannetmiyordum. Karakterlere ağırlık veren, onların hayatlarını anlatan bir dönem filmi olarak egçirmiştim kafamda hep. "Eski kovboylar bugün pinpon oldu" vari bir motto oluşmuştu kafamda. Halbu ki ç...
(Tablolar 6 yaşındaki otistik Iris Grace'e aittir. Sitesi için ) Çok şaaşalı, entelektüel görünmek adına pırtlatılmış "fensi/fansy" bir başlık gibi gözükse de attığım, aslında anlatmak istediğimin en yalın hali. Dünya üzerinde çektiğimiz acıların sebebi bilinç filan değil, empati. Bilinç empatiyi köreltir. Sizi hapseder. Görecelidir. İnsandan insana değişir bilinç. Oysa "empati" durumu bir üst bellektir. Empati yapmayı becermeeynler otistik ve sosyopat -daha zarif ve bilimsel deyişle antisosyal kişilik bozukluğu olan şahıs- olarak ikiiye ayrılır. Bilinç bir hastalıktır. Empati ise bu dünya düzeninde, şimdiki zamanda, kendi rolümüzü oynayabilmemiz için bize benzin ve yol haritası sağlar. Herkesin aynı yolda ilerleyebilmesi için uğraşır. Arada birisi sollayacak olsun, onu alır, ezer ve suyunu çıkartır. Empati sahtedir. Nefret ve acıma duygularını yönetir. Aynı kişi için zıt duygular besleyebilirsiniz bu nedenle. Yanıltıcıdır. Yoldan çıkmadığını...
Uzun zaman olmuştu yeni bir Xavier Dolan filmi izlemeyeli. Bende iz bırakan her filmi ciğerlerim filmin kokusunu, sembollerini, filmdeki karakterleri iyice içine çekene kadar defalarca seyrettiğimden hiç Dolan'sız kalmamıştım. Daha geçen bilmem kaçıncı kez J'ai tue ma mere'i izledim. Amours Imaginaires de Laurence Anyways de bir baska guzeldi. Guzeldi iste. Ne bileyim. Sade, guzeldi. Empati kurmak zor benim icin. Ancak bu durum insanlarin duygu dusuncelerini daha iyi anlayabilme ve analiz edebilme yetisi veriyor bana. "Nasil olur?" demeyin. Empati zayifliktir. Sahip olmamanin nasil bir sey oldugunu bilince anca farkina varabiliyorsunuz. Empati bizi gerceklerden uzaklastirir. Objektif olamayiz isin ivi e duygular girince. Oysa insanlarin duygu ve dusuncelerini anlamak; davanislarinin neden sonuclarini bilmek icin empati gerekmiyor. Bu nedenle de bircok kisiden "anlama ve analiz etme" konularinda cok daha sansli olduhumu dusunuyorum. Bilimsel gercekli...
2015 yılı En İyi Yabancı Film Oscar Adayı Leviathan'ı Ekim 2014'te tesadüf eseri, Ghent Film Festivali'nde izlemiştik Yunan bir arkadaşla. Brüksel'deyken -Ghent Belçika'nın Flaman Bölgesi'nde birşehir- beğendiğimiz, satti günü bize uyan filmleri işaretlemiş, hem Ghent'i gezmiş hem de filmleri izlemiştik. Lafı gevelemeye başlamadan önce söyediğim gibi izlediğimiz filmlerden biri de Leviathan'dı. Dur durak bilmeyen, Ghent mhent dinlemeyen içsesim filmi izlerken:''Anacım o ne güzel film! Ne güzel sanat yönetmenliği! Abooov! '' demişti. Varın gerisini siz düşünün... Hikaye Rusya'nın denize veya göle (herhangi bir görece büyük su kütlesine) kıyısı olan küçük bir kasabasında geçiyor. Bir ailenin dramı diyerek mikro çip hale getirebileceğimiz filmde ben çok, çok fazlasını gördüm. Sınıf çatışması, Putin yönetimine yapılan taşlamalar, tepetaklak giden bürokrasi ve buna dayanamayarak ortasından çatır çatır çatırdayan aile kav...
Bu senenin iddialı Oscar adaylarından "The Imitation Game." Tam sekiz adaylığı bulunuyor. En iyi film ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini başka yapımlara kaptıracağını biliyorum. Her ne kadar içten içe Benedict Cumberbatch'ın en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanmasını istesem de oklar Michael Keaton'ı gösteriyor. En iyi film ödülünü ise Boyhood alır gibi. The Theory of Everything veya Budapest Hotel de sağlam yapımlar ancak eğer ödül Birdman'e giderse ayıp ederler. Isınamadım filme bir türlü ne yapayım. Tutunamayanları oynayan bir amca, gözlerini belerte belerte bağıran ergen kızı... Hatta çok sevdiğim Edward Norton bile bir ara "olmamış" gözüktü ancak kendisi iyi oyuncu olmanın getirisiyle, kendini aşmadan rolünü kotarmayı becermiş. Yanlnız Innaritu müthiş. Adam çekmiş uzun uzun, kesmeden. Ne diyeyim gavur yapıyor. Neyse neyse Imitation Game. En önemli oscarları alamayacağını düşünsem de teselli oscarlarından birkaçıyla eve döner s...
Basligin içerdigi anlam nedeniyle sonuna Michel Foucault'yu ekleme gerekliligi duydum. Tercumesini de ekleyeyim olaya baslikla baslamisken: "Annemi, kiz kardesimi, erkek kardesimi katleden ben, Pierre Rivière." (1976 yilinda ayni isimde bir filmi de çekilmis) Gercekten yasamis bir insan Pierre Rivière. 1815 yilinda Courvaudon -Asagi Normandiya-, Fransa'da dunyaya geliyor. Bu tarihten yirmi yil sonra ise, ilk cumlesi Michel Faoucault'nun kitabina adini veren o hatirati kaleme aliyor. Evet, "Annemi, kiz kardesimi, erkek kardesimi katleden ben, Pierre Rivière." sozcugu aslinda Pierre Rivière"in 1835 yilinda bir hapishanede, hakimin istegi uzerine kaleme aldigi hatiratinin girizgahi. Ne yapti bu adam? Bu konuda kendisi bize yeterince bilgi veriyor yalnizca bir cumleyle. Foucault ve arkadaslarinin kaleme aldigi kitap ise "Neden yapti bu adam?" sorularini soruyor. Kitabin yarisindan çogu tamamen arsivlerden alinmis bilgilerden ol...
Hiçbir beklentim olmadan izlemeye basladim Carnage'i. Zaten kunyesine baktiktan sonra "Amaan izlemeyeyim ben bunu." diyebilecek çok az insan taniyorum su yeryuzunde. (abarttim,evet.) Kimler mi var filmde? Jodie Foster, Kate Winslet, Cristoph Waltz ve John Relly. Yonetmeni ise Roman Polanski. Her ne kadar Polanski'nin -ozel hayati nedeniyle olusan- kotu sohreti sizi irite edebilecek olsa da, onyargilarinizi bir kenara birakip kendinizi bu 80 dakikalik mini tiyatral filme adamanizi tavsiye ederim. Oncelikle belirteyim, film aslinda Yasmena Reza'nin yazmis oldugu bir tiyatro oyunundan uyarlama. Filmi izlerken zaten, eger uyarlama olmdugunu bilmiyorsaniz bile, birçok yonden tiyatroyla benzestigini fark edeceksiniz zira ben su anda bile kendisine film demeye çekiniyorum -ki eger Polanski'nin yalnizca kamera ile yakalayabilecegi açilar ile zenginlestirilmis olmasaydi buyuk ihtimalle bir "kamera tiyatrosu" derdim kendisi için. Olay tek bi...