Bu yazı biraz kişisel olacak. Yani gerçi her yazı öyle ancak
bu benim bizzat kendimin başından geçen hüper düper süper tecrübeleri de ihtiva
edecek.
Kimdir efenim bu “Canının istemediğini hayatta yapmayan
insan?” Baştan söyleyeyim; risk alır ve stratejik düşünce konusunda
yetersizdir. Daha da kötüsü, benim de aralarına dahil olduğum küçük bir güruh
stratejik düşünme yeteneğine sahiptir ancak işi pratiğe dökme konusunda
yetersiz kalır. Bunu da sebebi nediiiiir? Tabii ki o düşünceler sonucunda
vardığı noktaların tamamı “canının istemediği taraftan”dır.
Şööyle örnek vereyim; sanki sülalem rahatmış gibi lise sonra
TM iken matematik ve geometri çalışmayı bıraktım. (Sakın siz denemeyin!) Lise
üçten dörde geçtiğimiz yaz ÖSS kalktı, LYS YGS geldi. Hal böyle olunca da ben –ki
matematiğimin iyi olmasına karşın- sınava bir ay kala matematik çalışmayı
bıraktım. Bir ay kala evet, YGS’yi geçtikten sonra filan. LYS mat sınavının
parasını da ödemiştik. Ailemin “Sınava gir bari ne olur ne olmaz” şeklindeki
gayet makul baskılarını da sınav sabahı odamın kapısını kilitleyip uyuyarak
def etmiştim. İşin komiği, canım sözelin “mantık” kısmına çalışmak istemediği için –hiç mantık
dersi almadım, belirteyim- mantık da çalışmamıştım ve LYS’de tüm mantık
sorularını boş bıraktım.
“Manyak mı bu kız? Neyine güveniyor?” diye sorabilirsiniz.
Gençlikte insanın gözü daha kara oluyor, evet. Ancak bendeki durum bu değildi.
Gitmek istediğim üniversiteyi ve bölümü bulmuş –iki seçeneğim vardı- ve
hepsinin dört yıl boyunca vereceği dersleri, yurt dışı olanaklarını araştırmış, o bölümlere yetecek puanı yaparsam eğer kafamın
rahat olacağına karar kılmıştım. Yani, boş bir “yapmamazlık” değildi. Ha, yine
de saçmaydı evet ancak her insan kendi davranışlarından sorumludur ve eğer “canının
istemediğini yapmama” haleti ruhiyesi de sizdeyse bu yapmamanın sonucunda
karşılaşacaklarınızı ve kaybedeceklerinizi öncesinde iyi kestirmeniz gerekiyor.
Sınav sonucu ne oldu? İlk 1500’e girdim efenim. Dilediğim
ikinci üniversiteyi kazandım. İşin komiği, Fransızca okutan bir liseden mezun
olmama –Burak Bora Anadolu Lisesi- karşın İngilizce hazırlığı da geçtim. Benden
çok daha iyi İngilizce bilen arkadaş sınav esnasında panik olduğu için
geçemedi. Gerçi geçtikten sonra çat diye Amerikan öğretmenle derslere
başlayınca “Ne diyor bu kadın? Ben kimim? Neden buradayım?” diye sorguladım
kendimi ilk birkaç ay ancak sonra alışıyor insan işte.
Ha, belirteyim bu arada, artistliğim bununla da bitmiyor; dershanede birinci sınıfta olmama karşın “Ben ikinci sınıfın ortamını daha çok
seviyorum” diyerek rehberlik öğretmeninden benim sınıfımı düşürmesini
istemiştim. Çok eğleniyorduk biz ikinci sınıfta ya. Çok kral geçti benim o
dönem. Rehber öğretmenine sınava son bir ay kala “Ben sözel istiyorum ya” filan
da dedim adamcağızın kafasında son kalan iki üç tel de o zaman koptu işte. Laf
da edemiyordu çünkü puanım düşmüyordu, yükseliyordu aksine. Genel sınavlarda
ilk beşteyim ama düşük sınıftayım. Heeh yine mi geldik kafanıza göre bir iş
yapacaksanız önce kimseye laf edecek söz bırakmamalısınız konusuna? O zamanlar sol kaşımda ve dilimde piercing de
vardı ve saçlarım kızıldı. Lisemden aldığım disiplin uyarılarının da haddi hesabı yoktu. Eve mektuplar geliyordu habire. Yemin ederim bu kadar artist bir çocuğum olsa cebine
eroin koyar polise şikayet ederim. Öğretmenlerim ve ailem benim o artiz
tavırlara iyi dayandılar. Ama işte, notların iyi olunca bir susuveriyorlar.
Üniversitede bir sorun yaşadım; bölümümün 15 yaşımdan beri
gitmek istediğim ülkeyle, Belçika’yla anlaşması yoktu. Otelde animatörlük sonrasında
da el işi standında turistlere dövme yapıp bilekliklerin üzerlerine isimlerini
yazdığım dönemlerden beri Belçika’ya gitmek benim hayalimdi. Nedeni de Fransa
gibi “overrated” olmaması ancak nüfusun %40’ının Fransızca konuşması idi.
Artize bak yemin ederim yazarken sinirim bozuluyor. Neyse efenim baktım Erasmus
listesindeki diğer ülkelere gidesim yok, buldum sevdiğim öğretmenlerden birini,
anlattım böyle böyle “Ben Belçika’y gidecem, hayalim o benim” (Ben askere
gidecem tonunda okursanız sevinirim) öğretmenim de “Bir üniversite anlaşma
yapmak istiyordu bizimle ama çok anlaşmamız var diye düşünmemiştik. Onunla
yapabiliriz dilersen” dedi. Bir hafta sonra baktım o bahsedilen üniversite
listede. Okulun ilk –belki de son- Türk öğrencisi olarak sonraki sene Brüksel’e
doğru yollandım.
Ha, bu istemediği şeyi yapmama durumu hep mi pozitif olarak
döndü bana? Yöö! Blog işi örneğin, anime ve mangalar hakkında yazmaya canım
yazmak istediği için başladım. Sonra baktım “Onu yaz”, “Bunu yaz,” Haçan
öbüruni de yaz” filan diyor millet. Tabii bende bir mide bulantısı, ateş! “Canım
onu yazmak istemiyooooo :’( :’(“ minvalinde şımarıklıklar. Ya ben dokuz yaşımda
bale hocası “Sen çok irisin bale için” dedi diye sinirlenip gösteriden bir
hafta önce dersi bırakıp üst katındaki gitar kursuna yazılan insanım. Bale
hocası gitmiş annemle konuşmuş. “Bir hafta daha kalsın en azından,” diye. Annem
de ikna edemedi tabii. Kadın her ders irisin irisin deyip duruyordu bale
kursunda, gitar kursunda herkes rahat, kafasına göre Akdeniz Akşamları, Hani
Benim Olacaktın filan çalıyor. Dedim kesseniz dönmem ben o baleye, dönmedim.
Anime konusunda ise ilk defa bir “okuyucu” kitlesiyle
karşılaştığım için onların isteklerini de göz önünde bulundurmak zorunda
kaldım. Ama zor işte a dostlar, bunca zamandır kafasının dikine gitmeye alışmış
biri için zooor! Yazmak hadi neyse, ancak Youtube videoları çekmeye o kadar
üşeniyorum ki anlatamam. Çekersem de o dönem canım istediği için yapıyorum.
Şimdi tabii yaş aldım artık o kadar dik başlı değilim. Ancak yine de olmuyorsa
olmuyor.
Neyse ki anime-manga blog yazarlığını seviyorum. Şu sıralar
Güney Kore dizilerine takmış olsam da, kitap yazmayı seviyorum, takipçilerimle
iletişimde kalmayı seviyorum. O yüzden çekiyorum daa nazınızı ya sevmesem
yapmam <3
Evet, yazı kişisel oldu ancak bundan çıkartılacak sonuç;
eğer canınız istemediği için bir şeyi yapmıyorsanız, sonuçlarına da
katlanacaksınız. Bu sebepten önemlerinizi önceden alın ki sonrasında pişman
olmayın.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder