Asperger Sendromu
asperger sendromu nedir
asperger syndrome
istisnalar
obsesyon
starbucks
Dünyayı Asperger Sendromlular Ele Geçirse Olacaklar ve Starbucks Takıntısı
Merhaba,
Eğer Asperger Sendromu ile ilgili
detayı bilgi sahibi değilseniz bu yazı size garip gelebilir. Eğer
bilgi almak isterseniz sizi Asperger Sendromu ile iligli Asperger Sendromu Nedir?, Ne Değildir? adlı yazıma
yönlendirebilirim: http://www.sutunc.com/2015/06/asperger-sendromu-nedir-ne-degildir.html Böyle belki “o kadar da” garipsemezsiniz
yazacaklarımı.
Öncelikle belirteyim; hiçbir şekilde
Starbukcks'tan reklamını yapmak için para almıyorum. Ancak bu
yazıyı yazdıktan sonra bana ödeme yapmayı teklif ederlerse hayır
da demem açıkçası. Çoook kazandırdım kendilerine yıllar boyu
zira. Biraz da ben kazanayım. Hahayt!
Şimdi de neden Asperger Sendromu ve
Starbucks gibi iki alakasız şey yan yana duruyor ona açıklık
getirip asıl konuya geçeyim;
Bir okur bana “Asperger Sendromuna
sahip insanlardan ouşan bir dünya nasıl olurdu bununla ilgili bir
yazı kaleme alabilirsiniz belki” demişti. Çikolata pek sevmeyen
bir okurdu hatta. Buradan selam ediyorum kendisine hehe (:
Asperger Sendromu'na sahip kişiler,
yani “nöroçeşitliler” ile dolu bir dünyanın nasıl olacağını
söyleyeyim; 4. Levent veya Acubadem'deki bir Starbucks gibi. Komik
geliyor, değil mi? Önce size kendi hikayemi anlatayım. Sonrasında
siz karar verin.
Yıllarca Strbucks'a gittim.
Yıllardır da yürürüm. Saatlerce. Müzik dinler ve yürürüm. Günde
en az üç saat. Meditasyon gibi bir şey. Kendi kafamın içinde
olmam gerek o an. Kendimi gerçek dünyaya hazırlamam, şarj olmam
gerek. Yürürken de her adımda bir olduğundan yorulduğumda
Starbuks'a uğrayarak başladım serüvenime. Sonra hoşuma gitti,
her gün gider oldum. Bilinçli bir biçimde de yapmıyordum bunu.
Karaköy'den kalkıp Ortaköy'e, Bebek'e kadar yürüdüğüm olurdu
misal bazen. Sahil şeridindeki herhangi birinde dururdum. Hatta ilk
romanımın taslağını İstiklal Caddesi'nde, Tünel'in oradaki
Starbucks'ta hazırlamıştım.
Çeşitli sosya medya camialarında “Starbukcks'ta kitap okuyan kız”
hakkında çok atılıp tutuldu. Hah, onlardan biri de benim. Kaç
kitap bitirdim kahvemi içerken, kaç sayfa yazı yazdım
bilgisayarımda bilmiyorum.
Tabii belirtmem gerek; genel olarak Starbukcs türü
kafelerden bahsediyorum. Ancak Türkiye'nin, özellikle de
İstanbul'un hemen her köşesinde bulunduğundan benim keşfim
Starbukcs oldu. Brüksel'de yalnızca tren garlarında, kapalı
alanlarda var. Onlar da çok kötü. Gidesi gelmiyor insanın. Onun
yerine “Exki” diye bir biyolojik ürünler satan yemek zinciri
var, onunla idare ettim bir iki yıl. TRT'de çalıştığım dönemde günde üç kez gider olmuştum.
Hala da haftada bir giderim. Ama genel olarak takım elbiseli
tiplerin öğle aralarında takıldığı, akşamüstü ise seksen
yaşındaki teyzelerin çorba içme mekanına dönüştüğü bir yer
olduğu için pek haz etmiyorum. Birkaç haftadır Workshopcafe'deyim.
Kaliforniya'da da varmış aynısından sanırım. Bilgisayarını
kapanın geldiği, büyük bir kafe. Müthiş değil ancak idare
ediyor. Tek sorunu, Brüksel'de kendisinden yalnızca bir tane var.
Anlayacağınız Starbuks'ın yerine koyamıyorum hiçbir şeyi.
Bilgi Üniversitesi, Stanral
Kampüsü'nde de var bir tane Starbucks. Bilgi'yi sevme nedenlerimden
biriydi, gerçekten! Ders aralarında Americanomu alıp o gün
okunması gereken makaleleri okur, kitaplarımda düzeltilmesi gereken
noktaları not eder, arada bir de içeri giren kedileri severdim.
Bu durumun Asperger ile bağıntısını
ise çok sonra, Brüksel'e gelip, yaşamaya çabalayıp “Starbukcs'a
gitmek istiyorum ben” diye ağlamaya başladığım zaman fark
ettim. Bunun saçma bir takıntı olduğunu “Starbuks yoook! :'(“
diye milete dövündüğüm zaman aldığım tepkiler sonucunda
farkına vardım. O zamana kadar benim için son derece normal bir
şeydi, hayatımın parçasıydı Starbucks'a gitmek. Ancak tabii
“Puahahahah buna ağlanır mı be!” diyen tiplerle karşılaşınca
bir gariplik olduğunu fark ettim işin içinde ve kendimi
sorgulamaya başladım. Sendroma sahip olduğumu rağmen bu
takıntımdan haberim yoktu. Hem de bir-iki değil, yedi senelik bir
takıntıdan bahsediyorum.
Günde en az üç saat yürüyüş
yapan, ne iş yaparsa kendisi yapmayı seven, bir yeryüzündeyse yüz
kafasında yaşayan bir insan neden Starbucks'a gitmek ister sürekli?
Çünkü orası Ütopya!
İlk olarak kimseyle konuşmak
zorunluluğu yok. Tepende dolaşıp duran, “Masa kaldı mı?”
telaşı yapan, “Bir şey daha içmek siter miydiniz?” diye soran
garsonlar yok. İstediğiniz yerde istediğiniz kadar rahatsız
edilmeden kalabilirsiniz.
İkincisi menü her yerde aynı.
Ülkeden ülkeye farklılık gösterse de Türkiye'de tüm
frençayzlarda menü aynı. Hangi Starbucks olursa olsun neyle
karşılaşacağımı bilmek beni mutlu ediyor. Tatlıların
dolaplarda dizilme sırası bile neredeyse her zaman aynı.
Üçüncü olarak, “kendimi
sosyalleşmiş hissediyorum”. Evet! Herkesin kendi işiyle
uğraştığı, birinin rapor hazırladığı, diğerinin şiir
yazdığı, bir başkasının kitabının taslağını düzenlediği bir ortam düşünün! ( Tabii dedikodu medikodu yapıp boş
konuşanları kafadan eliyorum. O nedenle yazının başında 4.
Levent ve Acıbadem diye belirttim) Herkes etrafında birilerinin
olduğunun farkında ancak hiç kimse bir başkasıyla konuşmuyor.
Herkes kendi ilgi alanı doğrultusunda işini yapıyor. Belki
internet üzerinden bir başkasıyla haberleşiyor. Etrafımda
birilerinin olduğunu bilmek ancak onlarla konuşmak zorunda olmamak,
o kişilerin de kendi işlerine dalmış olduğunu bilmek beni
inanılmaz mutlu ediyor. Evdeyken bu kadar üretken olamıyor, bu
denli iyi konsantrasyon sağlayamıyorum.
OH YES! TAM BİR ÜTOPYA!
Bir de tercihen tüm şubelerinin koyu
yeşil- kahverengi renkte olması hoşuma gidiyor. Misal Exki'nin
açık yeşil-turuncu teması sinirime dokunduğundan sırf logosunu
göremeyeceğim bir yere oturuyorum bazen.