Venedik ve Rotterdam Film Festivalleri dahil yirmiden fazla festivalde gösterilen ancak ülkemizde pek de fazla ilgi toplayamamış yerli bir film İki Çizgi. Dvdsinin arkasında İstanbul'da, kendinden yaşça küçük olan fotoğrafçı sevgilisiyle yaşayan bir kadının yaşamı ve bu çiftin çıktıları güney seyahatinde karşılaştıkları sorunlar vari bir şey yazıyordu. Filmin adı da iki çizgi olunca ben de bu tarz kültür çatışması vari bir şey sandım. Evet kültür çatışması işleniyor filmde ama, bu çiftin arasındaki çatışmayı aşmıyor. Güzel bir film. Çok başarılı demek doğru olmaz ancak Selim Evci'nin ilk filmi olduğu için çok da üzerine gitmemek gerek eksikliklerin sanıyorum. İki çizginin sembol olarak belirtildiği yer, ikili yola çıktıklarında önlerinden geçen çoban ve arkasındaki koyun sürüsüydü. Ben bu iki çizgi olayını bambaşka yorumlamış olabilirim çünkü filmden anladığım dvd nin arkasında yazanlarla örtüşmüyor. Bu nedenle yazım filmi tanıtmak değil, filmdeki olayları yorumlamak üzerine.
Selin bir iş kadını. Güzel,bakımlı. Otuzlu yaşlarında. Mert ise yirmili yaşlarında ve fotoğrafçı. Aynı zamanda sapkın bir kişilik olduğunu karşı apartmandaki genç kızları gözetlemesinden anlayabiliyoruz. Tabii burada Selim Evci'nin vermek istediği mesaj Mert'in ne kadar saplantılı olduğu değil, Mert sonuçta istediklerini seyirciye anlatabilmesi adına bir araç onun için. Mert'in halen aşamadığı toplumsal kuralları gösteriyor bize bu gözetleme. Öylesine bir gözetleme değil bu. Her gün karanlık odasından yapılan, videoya çekilen düzenli bir gözetleme.
Evleri soyulan ve ilişkileri iyiye gitmeyen Selin ve Mert tatile çıkmaya karar verirler. Dvdnin arkasında güney yazınca ben de Diyarbakır'ı filan gezecekler sandım. Çanakkale'ye gidiyorlar. Bu bile asıl amacın bağnaz, bağnaz olmasına gerek bile yok tabii Mert ev Selin'in ilişkisinin yadırganması için. Beşiktaş'da yoldan geçen herhangi birisine sorarsanız dahi bu durumun çoğunlukla yadırgandığını görebilirsiniz.
Bu yol sembolik. Sembolik olduğu da açık zaten. Yolda karşılarına çıkan 'komşu kızları'na benzinlerini verip kızların bol bol fotoğrafını çeken Mert, Selin benzin almak için bir yabancının arabasına bindiğinde sinirden deliye döner. Bu durumun hemen hemen aynısı ikilinin başkalarının rollerine büründükleri sırada Selin'in söylediği sözler üzerine yaşanıyor. Mert mutlaka seviyor Selin'i. Ancak genç oluşundan dolayı henüz tam olgunluğa erişememesi ve üzerinden ölü 'toplum' toprağını atamamış oluşu onun Selin'in güçlü ve özgür bir kadın olduğu gerçeğini sindirememesine neden oluyor. Selin ise Mert'İn bu davranışlarını anlıyor. Kültürel dayatmalar onun gibi bir kadın için mutlaka saçma geliyor olmalı. Ancak Mert'in yaptıklarını bir şekilde sineye çekmesi onun da içinde halen karmaşaların sürdüğüne işaret. Benzin almak için başkasının arabasına bindiğini gören Mert Selin gelince laf ediyor. Selin ise 'Kimse bana karışamaz.' vari laflar ediyor. Selin bunu gerçekten bu şekilde düşündüğü için mi yoksa az önce sevgilisinin iki genç kızın fotoğraflarını çeker ve kendi benzinlerinin bitmesine neden olurken yakaladığı için mi söylediğini kestiremedim. Sanırım her ikisi de. Arabayı terk eden Mert'i yoldan alması, filmin sonunda Mert'în yaptıklarına bir şey dememesi de toplumsal baskının Mert'deki kadar olmasa da onun da halen üzerinden kalkmadığının göstergesi. Yaşı ileri ve Mert'in genç kızlara ilgi duyabileceğini düşünüyor, belki de yeniden bir ilişkiye başlamanın zorluğunu, geçecek zamanın uzunluğunu düşünüyor ve o kendi ayakları üzerinde duran kadın imajını en minimal ve özel bölgede, cinsellikte kullanmayı denese de beceremiyor.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder