Maman est Chez le Coiffeur, yani "Anne Kuaföre Gitti". Cinsiyetinize ve hormonal durumunuza bakmaksızın size "Çocuk istiyorum. Çocuuk!" nidaları attırabilecek bir film. Film amacı aslında nüfusu artırmak değil. Hatta tam tersi. Son derece açık iki gönderme var filmde: "Öyle b*kuma çocuk yapmayın. Önce temelinizi sağlam oturtun." Sonuncu ve en önemli gönderme ise komşumuzun tavuğunun bize flamingo göründüğü, aslında hiçbir şeyin düşündüğmüz gibi olmadığı ve yetişkinler arasındaki çatışmaların cefasını çocukların çektiği yönünde. Şimdi yazarken bile içim bir şey oldu. Duygulandım. Mola vereyim iki dakika...
Filmimiz bir Quebecois, yani Kanada Frankofonu ve 1966 yılının yazında geçiyor. İçinde yaşanılan evler, göl, yeşillikler derken bir yandan da size yaşadığınız karbondioksit, trafik ve bol bol bina dolu hayatı sorgulataiblir. Aman diyeyim. Sonra gaza gelip istifa filan etmeyin. Başıma kalırsınız.
Bir annemiz var. Bir baba ve üç çocuk. Baba doktor gibi, bakteriyolog gibi bir şey. Baba araştırma amaçlı Afrika ülkelerini geziyor. Eve geldiği zamanlardan birindeyse karısı kocasında değişiklik olduğunu fark ediyor. Ancak büyük çabalarla bilince geçirmediği, yalnızca hissiyat olarak kalan bu şüpheleri annesinin içinden çekip çıkaran evin on üç on dört yaşlarındaki büyük kızı Elise oluyor. Yaşadığı soğuk duş etkisiyle çılgına dönen ve ne yapacağını şaşıran anne ise çocuklarına en kısa zamanda onları yanına alacağını söyleyip Londra'ya gidiyor. Geriye annesinin gitmesine neden olduğunu, asıl suçlunun kendisi olduğunu düşünüp içten içte vicdan azabı duyan yeni ergen bir genç kız, makinelerle uğraşan ve duygularını fazla yüzeye vurmayan ortanca oğlan ve öğrenim güçlüğü çeken minik bir oğul bırakıyor. Bir de hayattan bezmiş bir babamız var tabii.. İnsanlar annelerini sorduklarında mütemadiyen "Kuaföre gitti." cevabını veriyorlar.
Henüz ana kuzusu olan küçük oğlanın git gide değişen dünyası, içine kapanması ve yaşadıklarını şiddetle dışarıya vurması filmin dönüm noktası. Bir de Elise ve tek başına yaşayan, sağır-garip balıkçı arasındaki ilişki var ki onun hakkında da ayrı bir film çekilebilir sanıyorum. Kendi dertlerinden kaçabilmek için herkesin kaçtığı adama kaçan -Türk gibi düşünmeyin.Sığınan işte. Boğçayı alıp kaçmıyor.- ve sonucunda zaten filmin asıl teması olan "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir." sözünü pekiştirecek bir dostluk başlatan bir Elise'imiz var.
Tüm film içinde beni ikinci ençok etkileyen şey, -birincisi tabii ki miniğimiz- Annesi evli ve bir çocukluyken Avusturyalı bir adamdan kendisine hamile kalan çocuk. Elise ile dostluk eden bu yarı Avusturyalı civcivin kendine bir rol model bulabilmek için televizyonda gördüğü her Avusturyalı adamın kendi babası olduğunu düşünmesi, Avusturya geleneksel kıyafetleriyle dolaşması bana çok dokundu bilemiyorum. Yerim onu ben.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder