-->

Theme Layout

Boxed or Wide or Framed

Theme Translation

Display Featured Slider

Featured Slider Styles

Boxedwidth

Display Trending Posts

Display Instagram Footer

No

Dark or Light Style

Убийцы (1956) - Andrei Tarkovsky

Убийцы (1956) - Andrei Tarkovsky

Genel olarak hipster geleneklerinde görülen bir atılım yaparak 'Bu filmi bence pek de bilmiyorsunuz.' diyeceğim. Mainstream değil yani.  Hani nereden vardım bu kanıya diyecek olursanız, günümüz Türkiye'sinin entelektüel gençliğinin ölçü birimi olarak kullanılan Sigur Ros ve Andrei Tarkovsky'nin hemen hiç bilinmeyen müziklerini ve filmlerini bilmeniz ortamdaki cakanızı arttırır. Böyle bir amacınız varsa, yumulun buraya. Ha,öyle bir amacınız yok ancak benim gibi Tarkovsky'i can-ı gönülden seviyorsanız; 'Sarılalım sıkı sıkı!' Şimdi bu film kısa bir film. ( yazıya böyle başladık bakalım sonu nasıl gelecek) Andrei ağabeyimiz, canımız ciğerimiz henüz film (vgik- SSCB'de açılan, dünyanın ilk film okulu) okulunda okurken, bunu proje olarak çekiyor. Ayrıca filmde kendisi ikinci müşteri rolünü üstleniyor. Pek göremiyoruz anlayacağınız henüz 20 yaşındaki Tarkovsky'i. 1956 yapımı bu filmi izlerken o gözümüzde hep karizmatik,her şeyi bilen, aşmış...

Djeca

Djeca

Djeca, İngilizce'ye Children of Sarajevo olarak geçirilmş olsa da aslında Boşnakça 'çocuklar' manasına geliyor. 12. Brüksel Akdeniz Filmleri Festivali'nin dördüncü günde gösterildi ve izleyenlerin bazılarının midesini bulandırdı. Nedeni kesinlikle içerikle ilgili değil. Aslına bakarsanız benim son derece beğendiğim ve değişik bulduğum çekim stili insanların midesini bulandıran. Doğruyu söylemek gerekirse gerçekten de biraz fazla titriyor kamera. Ancak bu şekilde Rahima'nın beynine çok daha kolay girip, orada neler olup bittiğini çok daha iyi kavrayabiliyoruz.  Film anne-babaları Bosna Savaşı'nda öldürülen iki kardeşin hikayesini anlatıyor. Abla olan Rahima hayatın zorlu şartları altında ezilmiş, erkek kardeşine kol kanat germiş, çocukluğunu tabancalar arasında bırakmış, başörtülü ve son derece edilgen bir karakter. Bir restoranda ahçı olarak çalışıyor ve gerek duruşu, gerek yaptıklarıyla insanların ona karşı 'Nasıl olsa karşılık veremez. İstediğ...

A.C.A.B.:All Cobs Are Bastards

A.C.A.B.:All Cobs Are Bastards

2012 İtalyan/Fransız yapımı bu filmin yönetmeni Stefano Sollima. Bir 'holigan' mottosu olan 'A.C.A.B.'nin film adı olarak seçilmesi oldukça güzel olmuş. Zira film tamamen polisler/holiganlar arasında geçiyor. Verdiği mesajlar son derece açık. Senaryonun bazı yerlerinde, sonuca ulaşabilmek amacıyla zorlamalar yapılmış olsa da, film genel olarak İtalya'da yükselen faşizmi ve aslında birbirlerine her daim karşı karşıya duran holiganları ve polisleri aslında birbirlerinden ayıran şeyin yalnızca üniforma olduğunu anlatıyor. Film önceleri polislerin gözüyle verilirken, olay yavaştan yavaştan polislerin aslında karşıt oldukları insanlara ne kadar benzediklerine dönüyor. Her daim birbirlerinin paçalarını kurtarmaları, içlerindeki bitmek tükenmek bilmeyen nefret duygusu ise gerçekten 'abartılmadan' verilmiş. Sonuçta Nobel Barış Ödülü almış insanlardan söz etmiyoruz burada. Pazar günü yapılan maçlarda ve zor olaylarda görev alan çevik kuvvetlerden söz ediyo...

Chuck Palahniuk ve Romanlar Üzerine

Chuck Palahniuk ve Romanlar Üzerine

Beni Chuck Palahniuk'la tanıştıran eser Ölüm Pornosu. Sanırım üç saat gibi bir sürede bitirmiştim ancak öyle bir çırpıda okunup bir çırpıda unutulan eserlerin aksine bu kitabı unutmak benim için imkansız oldu. Konusunun ilginçliği de buna etken ancak Chuck Palahniuk'un o kendine has betimlemeleri, olay örgüsünü dokuma biçimi o kadar ilgimi çekti ki, beni kendisinin bir romancıda çok işlemleri kafadan yapabilen bir matematikçi olduğuna inandırmayı başardı.  Neden mi matematikçi diyorum? Çünkü roman yazmak hesap işidir de ondan. Ha, öyle oturup iki artı iki eşittir dört demiyorsun tabii ki. Ancak olayları kurguluyorsun, ne yazacağını düşünüp bazı yerleri ekleyip bazı yerleri çıkarıyorsun. Eğer iyi bir biçimde kurgulamadıysan veya kurguladıklarının dışına çıktıysan 'x'in değerini bulabilmen de imkansız oluyor! Tabii roman yazmada sonuçtan olduğu kadar gidiş yolundan da puan verilir. O nedenle anlatılan hikaye ve betimlemeler,  imgelemler de son derece sağlam o...

Dom za Vešanje

Dom za Vešanje

Hazır Emir Kusturica'dan başlamışken  Dom za Vešanje'yi es geçmek tabii ki olmaz. Türkiye'de, özellikle de 90'ların başında bebek olmayıp da biraz büyücek olan hemen herkes tarafından izlenildiğini düşünüyorum. En olmadı, herkes Ederlezi'yi biliyordur.  Emir Kusturica hakkında hiçbir fikri olmayan, filme eline kumandayı alıp kanalları zaplarken öylesine rast gelen birisi filmin başlangıcında 'Bu ne böyle ya saçma sapan.' veya 'Şaban filmi herhalde' diyebilir. Zira çoğumuzun Kusturica'yla tanışmasına vesile olan bu film, başından bize kendisinin apayrı bir çizgiye sahip olduğu imajını yaratmıyor. Zamanla anlıyorsunuz, 'Haa, demek ki onca karmaşa bu nedenleymiş.' diyorsunuz. Film kısaca, çingenelerin yaşamını konu alıyor. Başrolde ailesinden kendisine geçen kinetik güçleri olan Perhan'ımız var. Kendisi kız kardeşini iyileştirebilmek adına zengin Ahmet'in peşinden İtalya'ya gidip dilencilik/soygunculuk vs bilimum ka...

Mixed Kebab

Mixed Kebab

'Mixed Kebab' yazısını gördüğüm an zaten oryantalist bir film, yani batılıların bakış açısıyla harmanlanmış bir film, olduğunu anlamıştım kendisinin. Ger.ekten de Belçika yapımı, Felemenkçe bir film çıktı karşıma. Ancak bu sefer bakış açısı biraz daha farklı. Beni şaşırtan hatta rahatsız eden yönleri filmi izlemeden önce beklediğim gibi 'Türk karşıtı' değil, tam aksine Türkleri bağrına basan bir film olmasıydı. Rahatsız eden yönlerine de ileride değineceğim. Filmin yönetmeni ve senaristi Guy Lee Thys. Hani artık gerçekten normal bir film festivalinde en az iki üç tane rastladığımız gay iki erkeğin ilişkisini ve toplumla çatışmalarını anlatıyor. Yalnız izlediğim bu tarz filmlerden farklı Mixed Kebab. Yalnızca eşcinsellik ve toplumun eşcinselliği kabullenişi üzerine değil, Avrupa'da yükselen islamaphobia'ya karşı yükselişe geçen köktendinciliğin detaylarına inildiği bir film olmuş. Düşünüş açısından filmi oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Avrupa değ...

подземни (podzemini)

подземни (podzemini)

İzleyeli oldu Underground'u. Ancak her canım sıkıldığında belki biraz daha sıkılabilmek, belki biraz o çok sevdiğim dili ve müzikleri dinleyebilmek adına açar izlerim. İzlemeye başladığımda, belki de en kötü huyum olan (atlatabileceğime de yürekten inandığım) kitapları ve filmleri yarım bırakma huyum burada da başgösterir ve filmi bitirmeden pause düğmesine tıklayıveriririm. Aynı şeyi daha geçen gün yaptım. Ne büyük hakaret oysa ki! Hem Emir Kusturica'nın o muhteşem dehasına, hem Goran Bregoviç'in seçtiği, düzenlediği ve filme serpiştirdiği müziklerine, hem de gereğinden fazla iyi oynayan oyuncularına bir hakarettir bu, bilirim. Hata yaptığını bile bile o hatayı yapmaya devam eden insanlar gibi kendimden nefret etmeye başlıyorum, susayım en iyisi. Emir Kusturica'nın iki başyapıtı vardır aslında. Birincisi Dom Ze Vesanje ( Çingeneler Zamanı) ikincisi ise Podzemini (Underground). İkisi de birbirinden apayrı, ancak temelde birbirlerine o kadar yakınlar ki, b...

To Rome With Love

To Rome With Love

Film Türkiye'de 29 eylülde gösterime girecek olmasına rağmen ben Belçika'da önceden izleme imkanı buldum. (yazar burada şuht bir kahkaha atıyor) Öncelikle belirtmeliyim ki, daha arada derede kalmış yönetmenleri incelemeye aldığım için hemen herkes tarafından bilinenleri bir kenara atmışım. Woody Allen'ın hayatını ne kadar bilsem de, onun filmleri hakkında derinlemesine bir araştırma yapmadığımı fark ettim. Bu nedenle de To Rome With Love'ı bir Woody Allen filmi olarak değil, sinemada izlediğim herhangi bir film olarak ele alacak, hem de böylece yönetmenin filmin önüne geçmemesini sağlayacağım. Film her ne kadar Midnight in Paris ile karşılaştırılacak olsa da aralarında çok büyük farklılıklar bulunuyor. Benim ise bu iki filmi eleştireceğim yön çok, çok farklı. Amerika menşeili yönetmenlerin-oyuncuların Avrupa deyince neden aklına yalnızca Roma ve Paris geliyor allasen? Yemin ederim 'hök' diyeceğim ve Paris, Roma kusacağım. Evet çok güzeller. Sanat şe...

İki çizgi

İki çizgi

Venedik ve Rotterdam Film Festivalleri dahil yirmiden fazla festivalde gösterilen ancak ülkemizde pek de fazla ilgi toplayamamış yerli bir film İki Çizgi. Dvdsinin arkasında İstanbul'da, kendinden yaşça küçük olan fotoğrafçı sevgilisiyle yaşayan bir kadının yaşamı ve bu çiftin çıktıları güney seyahatinde karşılaştıkları sorunlar vari bir şey yazıyordu. Filmin adı da iki çizgi olunca ben de bu tarz kültür çatışması vari bir şey sandım. Evet kültür çatışması işleniyor filmde ama, bu çiftin arasındaki çatışmayı aşmıyor. Güzel bir film. Çok başarılı demek doğru olmaz ancak Selim Evci'nin ilk filmi olduğu için çok da üzerine gitmemek gerek eksikliklerin sanıyorum. İki çizginin sembol olarak belirtildiği yer, ikili yola çıktıklarında önlerinden geçen çoban ve arkasındaki koyun sürüsüydü. Ben bu iki çizgi olayını bambaşka yorumlamış olabilirim çünkü filmden anladığım dvd nin arkasında yazanlarla örtüşmüyor. Bu nedenle yazım filmi tanıtmak değil, filmdeki olayları yorumlamak ü...

weekend

weekend

Weekend, eşcinsel filmlerinin geldiği noktayı görebilmemiz açısından oldukça önemli bir yapım. Tabii ben bu 'eşcinsel filmleri' lafından pek haz etmiyorum. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde azınlıkların hoş görüldüğünü (bknz. hoş görmek) belli etmek için gazetelerin yaptıkları haberleri hatırlatıyor bana. O dönemlerde 'Büyükadalı Rumlar Derneği Türk Tariih Kurumu'na Beş Yüz Lira Bağışladı' gibi fantastik, bir o kadar da absürd haberler görmek mümkündü. Türk Tarih Kurumu'na bağış yapmayı geçtim, denecek söz bile bulamıyorum ama azınlıkları dışlamamak adına yapılan bu 'iyimser' hareketin aslında onları merkezden biraz daha öteye itelemekten başka hiçbir işe yaramadığı bir gerçek. Eşcinsel filmleri kategorimiz de işte tamamen bu şekilde. Bu filmer de kamerayla çekilmiyor mu? Oynayanlar insan değil mi? Ne bileyim, eşekler film çekmeye kalkışsa hadi kategorize et 'eşek filmleri' diye. Ama kullanılan malzemeler aynı, oynayanlar da insan,  diğ...

ואלס עם באשיר

ואלס עם באשיר

Vals Im Bashir, Beşir'le Dans'ın İbranicesi. Bilemiyorum neden şu zamana kadar adını duymamıştım bu filmin. Sanırım Turgutreis Carrefour Express'de bir büyü var. Geçen sene de aynı dönemlerde sıcaktan bunalıp kendimi Karfur'a atmış, Gus Van Sant'in Elephant'ını satın almıştım. Bu sene de aynı metodu izleyerek birkaç film alayım dedim. Zaten topu topu on beş yirmi film var markette. Bir köşeye atılmış, beş liralık filmler  bunlar. Terminatör, Maskeli Beşler gibi dvdlerin arasından yaptığım seçkilerse her seferinde beni daha da fazla şaşırtıyor. Vals Im Bashir ise  'Su Tunç'un en iyileri' bölümüne ilk beşten giriş yaptı bile. Benim dönemim ve benden bir iki önceki kuşak eminim ki Yahudi soykırımı ile ilgili filmleri izleyerek büyüdü. Piyanist, Schiller's List, Hayat Güzeldir diye devam eder bu filmlerin listesi. O kadar çoklar ki artık bir süre sonra insan bu filmler nedeniyle Yahudi soykırımına karşı duyarsızlaşmaya bile başlayabi...

Infinyteam