Filmekimi'nin yalnızca Lale Kart sahipleri tarafından kapışılan biletleri satışa sunulduktan yalnızca birkaç saat sonra tükenmişti. Biz de çapulcu öğrenciler tayfası olarak gözlerimizde birer damla yaş, bizi tersleyen Atlas Sineması gişesindeki şahsa son bir bakış atarak yerimize yurdumuza dönmüştük. Oysa ki ne hayallerim vardı benim! Sean Penn'in "There Must Be The Place" i mi dersiniz, Kristen Dunst'ın Cannes En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldığı "Melancolia" mı, Gus Van Sant'in "Restless"ı mı, yoksa yoksa "Le Gamin au Vélo" mu? Amacım hepsine birden gidebilmekti. Bu sene festival sponsor alamadığı için kombine olayına da girilemediğinden biletler teker teker satışa çıkacaktı. Çıkanlar da bir işimize yaramadı derken dün oda arkadaşımın tesadüfen keşfettiği üzere biletler Biletix'de gene satın alınabilir olarak görülmeye başlanmış! Hem de iki katı fiyata! Festivali düzenleyenlerin ne tür birer çakal olduklarına dair araştırmalarım sürüyor ancak sanırım öküzle çakalın evrimleşip birleşmiş, başka bir formuyla karşı karşıyayız. Biletleri hem pahalıya aldık, hem de Biletix'in servis bedeli cart bedeli curt bedeli diye bilet fiyatını ikiye katlamasına göz yummak zorunda kaldık. Sonuç? 4 filme biletimi almayı başardım!
Johnny Depp'in eşi Vanessa Paradis'nin iyi bir oyuncu olduğunu bu filmle öğrenmiş oldum.
Gittiğim ilk film Café de Flore oldu. C.R.A.Z.Y. filminden dolayı tam manasıyla "taptığım" Jean- Marc Valée bu filmin de hem senaryosunu yazmış, hem de yönetmiş.Şu genç yaşında bile Kanada Fransızları' nın yetiştirdiği en büyük yönetmenleri arasında gösterilen Valée'nin C.R.A.Z.Y.'i izledikten sonra bizimle aynı gezegende soluk aldığına dair şüphelerim oluşmuştu ancak bu şüpheler Café de Flore'u izleyince tamamen doğrulandı. Bir insan aynı zamanda hem bir aşk hikayesini, hem bir çöküşü, hem anne-çocuk ilişkisini, hem engellilerin yaşadıkları zorlukları anlatır; bir de bunları döngüsel zaman ve reankarnasyon kavramlarıyla birbirine "oldukça başarılı" bir şekilde birbirine bağlarsa kendisine "öeh artık " deme zamanı gelmiştir sanıyorsunuz değil mi? Yo hayır. Valée duygusal ilişkilere, zaman kavramına, kader anlayışına verdiği önemi filme ustaca yedirdiği simgesel anlatımlara da yansıtıyor. Filmlerinde kullandığı müzikler ve kendi çizgisini devam ettirdiği özgün çekim açıları da seyirciye bonus olarak sunuluyor.
Jean-Marc Valée
Tam olarak tadı damağınızda kalacak, en az Donnie Darko ve İnception kadar kafa karıştırıcı, kurgusu çok sağlam, karakterleri gerçekçi, iyi oyunculukların sergilendiği, geçmiş,günümüz ve paralel zaman ekseninde ilerleyen, insanı derinden etkileyen hikayelerle bezenmiş bir film. Ha hiç mi kötü yanı yok? Bilemiyorum. Ancak ben C.R.A.Z.Y. kadar sevemedim. Onda da buna benzer imgelemler ve bağlamlar kullanılmıştı ancak c.r.a.z.y. deki hikaye, olaylar, müzikler, o sıcaklık filan çok başka azizim!
Cast
Ayrıca eğer c.r.a.z.y.'i izlediyseniz bir sürprizle karşılaşacaksınız; Zach Boileau'nun küçüklüğünü canlandıran ve Jean-Marc Valée'nin oğlu olan Emile Valée bu filmde de rol alıyor. Ancak o aklınızda kalan küçük, tatlı ve iyi rol yapan çocuk olarak değil, 15 yaşında bir delikanlı olarak. Bana yaşlandığımı hatırlatıyor olsa da büyüdüğünü görmek çok hoş oldu. Gerçi minicik halinde sergilediği o güzel oyunculuk yerini biraz odunluğa bırakmış gibi. Yontulur inşallah zamanla :) (ben onun kısa pantolonlu hallerini bilirim heheeeyt!)
Filmde hayatlarını erkeklerine adamış olan iki kadının büyük çöküşü "mistik yollarla", bir o kadar da realist bir şekilde aksettiriliyor. Mongol bir çocuğu olan Jacqueline ( Vanessa Paradise) tüm hayatını oğlunu yetiştirmeye adamıştır. Onu özel rehabilitasyon merkezlerinden birisine kapatmak istemez. Orada oğlunun gelişemeyeceğini düşünür. Kocası çoktan onları terk etmiştir ve Jacqueline her şeye tek başına yetişmeye çalışır. Bir gün okula gelen bir başka Mongol çocukla birbirlerine aşık olan Jacqueline'in oğlu, arkadaşıyla zaman geçirmek istedikçe Jacqueline bildiğimiz terk-depresyon durumuna düşer ve onu engellemeye çalışır.
Diğer kadınımız ise hayatının ilk ve tek erkeği olan Antoine'ın bir dizi tesadüf eseri Rose adlı bir kadına aşık omasıyla kendini terk edilmiş olarak bulur. Antoine yirmi yıl boyunca Carole'u sevmiştir ancak şiddet eğilimini bastıran, artık eskisi kadar çekici olmayan ve ona ağır gelmeye başlayan karısındansa Rose'un onda uyandırdığı hisleri tercih etmiştir. İki kızının ve ailesinin tüm çabalarına rağmen de Rose'dan ayrılmamaktadır. Yine C.R.A.Z.Y. filminden hatırlayacağımız psikoloğumuz
Antoine ve Carol. Film geçmiş ve gelecekte paralel olarak ilerliyor.
burada da psikolog rolünde. Ancak bu sefer karşısındakine eşcinsel yatkınlıkları olduğunu söylemiyor.Daha çok Antoine'la sohbet ediyor. Antoine'sa bu diyalog gibi görünen monoloğunda " Eğer aynı duyguları bir başkasıyla yeniden hissedebiliyorsam demektir ki Carole benim ruh eşim değildi." diyor. Carole ise Antoine ile ilgili olan umutlarını sürekli yeniden yeşertiyor. Değişik rüyalar görüyor, uykusunda yürüyor, anti-depresan ve uyuşturucu kullanıyor.
Film bambaşka hikayeleri anlatıyor ve tüm bu hikayeler oldukça ilginç bir şekilde, hem geçmişte, hem günümüzde birleşiveriyor. Anlamamış olabilirim ama sanırım filmin tek bir sonu yok. Aslında var. Ama yok gibi de. Bilemedim şimdi..
Hiç yorum yok
Yorum Gönder