Bilemiyorum acaba bu insanlar cidden çok güzel filmler mi yapıyorlar yoksa ben mi en güzellerine denk geliyorum. Öyle ya da böyle, J'ai Tué Ma Mère, yani "Annemi Öldürdüm" filmi de Su Tunç'un Kült Filmleri klasmanına girmiş bulunmakta. (Aslında öyle bir klasmanım yoktu ama sırf bu film için yaratmış oldum.)
Filmin içeriği, çekimleri vs. zaten takdire şayan. Ancak asıl takdire şayan olay şey ise, 2009 yapımı bu filmin senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusunun 1989 doğumlu birisi olması. Evet, Cannes Film Festivali'nde 3 ödül kazanmış olan ( ayrıca eklemek gerekirse film, İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde de "Pople's Choice" ödülünü almıştı ) bu film yalnızca 20 yaşında olan birisi tarafından kurgulandı, yönetildi ve oynandı. Bu nedenle de sizden Xavier Dolan ismini bir kenara not etmenizi istiyorum. Çünkü 2010 filminde yine senaryosunu yazdığı, yönettiğii ve oynadığı "Les Amurs Imaginaire" için de ayrı bir alkış hak ediyor. Ayrıca henüz 22 yaşında olan bu genç yetenek "Hem yazayım hem yöneteyim hem oynayayım. " triplerinde de değil. Bunu diğer yönettiği veya oynadığı filmlerden de anlıyoruz. Benim çıkarımımsa, onun yalnızca içselleştirdiği ve hayatından bir parça olarak gördüğü filmlerinde oynamayı yeğlediği.
Birçok bakımdan hayatımın filmi olarak addettiğim C.R.A.Z.Y. ile yer yer paralellikleri var bu filmin. C.R.A.Z.Y.'de eşcinsel bir çocuğun Katolik babasıyla arasındaki husumet mevzu bahisti. Bu film de Kanada da geçiyor. Bu film de eşcinsel bir çocuğun yaşantısı üzerine. Ancak konumuz eşcinselliğin dışında. Çünkü C.R.A.Z.Y. 60'lı yıllarda geçen bir filmken JTMM günümüzü konu ediniyor. Şehirde yaşayan insanlar söz konusu olduğu için de, filmimizin kahramanı Hubert Minel'in iç çatışmaları genellikle eşcinselliğini kabul etmeye ve çevresindekilere kabule ettirmeye yönelik değil, neredeyse tamamen annesiyle alakalı. Yani eşcinsellerin sorunlarına eğilen bir film değil karşımızdaki. O yalnızca genel dekoru-temayı-tamamlayan bir öge. Tabii bunun bir de Freudsel bir tarafı var. Ancak Dolan bile ona bu tarz sorular geldiğinde;" Henüz o denli bilgilere sahip değilim. Bana 4-5 sene verin. Ondan sonra sizinle afilli düşüncelerimi paylaşabilirim." Diyor. Yani gördüğünüz film tam bir felsefe üzerine ooturtulmuş, mekanik bir film değil. Tamamen Dolan'ın hayatından alıntı. İçinde birçok psikolojik ögelere de selam çakıyor ama Dolan bunların çoğunu bilinçsiz bir şekilde çekmiş. Ki pek şaşıracağınızı zannetmiyorum ama Xavier Dolan'da gerçekte bir eşcinsel.
Film içinde üzerinde konuşulması gereken birçok sahne yer alıyor. 16 yaşındaki Hubert'in annesiyle olan tüm çatışmaları o kadar doğal ki, kendinizi sofranın bir köşesinde oturmuş, annesiyle tartışan bir arkadaşınızı izliyormuş gibi izliyorsunuz filmi. (Oğluyla tartışan bir anneyi izliyormuş gibi de izleyebilirsiniz tabii. Yaşınıza ve bakış açınıza göre değişir bu.)
Babasıyla 7 yaşındayken boşanan annesiyle birlikte yaşayan Hubet, annesinin giyim tarzından ağzının kenarında kalan yemek artığına kadar her şeyini sinir bozucu bulur. Yalnız bu öyle herhangi bir ergen çocuk anne çatışması değildir. Kavgalar ve çatışmalar öyle bir noktaya varır ki Hubert okul ödevi için sorulduğu zaman babasını hiç tanımadığını ve annesinin de öldüğünü söyler. Bunu öğrenen annesi ise okulu basarak tüm sınıf içerisinde Hubert'e "Ceset gibi mi görünüyorum?" diye bağırır ve gider.
Annenin manipülatif ve yol ortasında bile anında patlak veren agresif davranışları Hubert'i deli etmektedir. Normal hayatta pasif ( Burada kinaye yaptım ama ayıp oldu sanırım. Ülkemiz böyle şeylere hazır değil) davranışlar içerisinde bulunan Hubert'in annesiyle çatışmaya girdiğinde adeta aslan kesilmesi ise filmde dikkat edilmesi gereken ayrı bir nokta.
Oğlunun eşcinsel olduğunu solaryum sırasında Hubert'in hem sevgilisi hem de sınıf arkadaşı olan Antoine'ın annesinden öğrenen Chantale (Hubert'in annesi) şoke olur ancak herhangi bir şey söylemez. Sonrasındaysa oğluyla ilişkilerini düzeltmek için eve geldiğinde onu video dükkanına götürebileceğini söyler. Ancak Hubert'i arabada beklemekten sıkılır ve video dükkanına dalarak 2 dakika içinde gelmezse çekip gideceğini söyleyerek Hubert'i defalarca olduğu gibi bir kez daha herkesin içinde rencide eder. Sonrasında cidden annesini video dükkanının önünde bulamayan Hubert ne yapacağını şaşırır. Ancak annesi gizlenmiş ve onu bekliyordur. Peşinden korna çalarak onu korkutmayı bir ceza olarak düşünmüştür.
Böylesi davranışlarda bulunan annesine yeri gelinde ağzına geleni sayan Hubert bir yandan da sevgilsi Antoine'in annesiyle olan ilişkisini kıskanır. Antoine'ın annesi de bekardır ancak oldukça eğlencelidir. Erkeklerle gününü gün ettiği gibi oğluyla ve Hubert ile de çok iyi anlaşmaktadır ve onlara resim çalışmalarını yapmaları için ofisin en üst katını ayırır. (Resim yapıp yazı veya şiir yazan insanlar var bu dünyada. Cidden!) Bu süre zarfındaysa Hubert'in annesiyle ilişkisi git gide kötüleşmektedir ve içten içe sürekli annesini sevip sevmediğini sorgular.
İşler öyle bir raddeye gelmiştir ki Hubert evden kaçıp ona iyi davranan öğretmeni Julie Cloutier'nin evinde kalmaya başlar. Çaresiz kalmış olan annesi ise oğluyla yılda iki-üç kez görüşen babasını işe karıştırır. Birlikte Hubert'i yatılı okula gönderme kararı alırlar. Hubert'i kandırarak evine getiren babası, salonda bekleyen annesiyle birlikte ona bu "müjdeli" haberi verirler. Hubert ise haklı bir biçimde babasının onun tüm hayatını değiştirecek olan bu olayda söz hakkının olmadığını bas bas bağırır. Ancak yapacak bir şey yoktur.
Filmin can alıcı sahnesi ise Hubert'in yatılı okulda yaşadığı zorluklar vs. değil, insanın içindekileri dökmesini sağlayan ve "speed" denilen uyuşturucuyu alıp gecenin bir yarısı annesiyle yaptığı konuşmadır. Ha bundan sonra ne olmuştur, orası izlenmeli. Ayrıca Xavier kanımca hayallerindeki erkek figürünü de bu filmde Antoine üzerinden göstermiştir. Öyle ki, Hubert'e her koşulda yardım eden, onu seven birisi. Peismit bir insan olduğumdan mıdır nedir, gerçek hayata en uzak bulduğum karakter Antoine oldu. Gerçi filmde yardımcı karakter olduğu için bu denli üzerinde durulmamış da olabilir.
2 yorum
İlk başlarda sıkıcı gibi gelse de gerçekten güzel bir film
89'lu adamın yaptıklarına bak ya
Yorum Gönder