-->

Theme Layout

Boxed or Wide or Framed

Theme Translation

Display Featured Slider

Featured Slider Styles

Boxedwidth

Display Trending Posts

Display Instagram Footer

No

Dark or Light Style

Incendies




Yine bir Quebecois filmi desem? Güzel film yapmalarında benim hiçbir suçum yok. İzlediğim filmlerin Fransız Kanadalılarına ait olduğunu izledikten sonra öğreniyorum genelde.

Incendies gerek konusu gerekse çekildiği yer bakımından daha önce izlediğim herhangi bir Quebecois filmine benzemiyor. Film Kanada/Lübnan'da paralel olarak geçiyor. Siyasi bir film olmasının yanısıra aile olgusunun ne denli karmaşık olduğunu da gözler önüne seriyor. Nitekim daha önce izlediğim Quebecois filmleriyle karşılaştıracak olursam, bu film insanın iç dünyasına veya karakterler arası ilişkilere değil de daha çok insanın insan olmasından ötürü süregelen duyguları ve Lübnan'daki iç savaşın götürdüklerini anlatıyor.

Denis Villeneuve'ün yazıp yönettiği film 2010 yılında En İyi Yabancı Film dalında Oscar'a aday oldu. Hak etti mi? Bence evet. Ödüllü film izlemeyi tercih eden kimselerin şaşırmayacağı bir sonla bitmesine karşın son öylesine bir biçimde bağlanıyor ki, sonun kendisine değil de bağlanış biçmini ayakta alkışlayasınız geliyor.

Hikaye Naval Marwan'ın sürpriz ölümü üzerine çocuklarının annelerinin vasiyetlerini öğrenmek için notere gitmeleriyle başlar. Annelerinin yıllar boyu sekreterliğini yaptığı noter, Neval Marwan'ın son dileğini yerine getirmeye söz vermiştir. İkiz çocukları Simon ve Jeanne'a iki mektup bırakan Neval'in istekleri bununla da sınırlı kalmaz. Mektuplarında ayrı ayrı olarak Kanada'da yaşayan çocuklarının Lübnan'a gidip öldüğünü sandıkları babalarını ve şimdiye kadar varlığından bile haberdar olmadıkları ağabeylerini bulmalarını ister. Jeanne ababsını bulam görevini yerine getirmeyi kabule tse de Simon bunda pek gönüllü olmaz. Annesinin normal yollardan gömülmesini, işlerin çetrefillenmemesini ister. Ancak Lübnan'a tek başına giden ve annesiyle ilgili gerçekleri öğrenmeye başlayan Jeann'ın peşinden gitmek zorunda kalacaktır.

Naval Marwan aşık olduğu adamdan,(Vahab) hamile kalır ancak ağabeyleri tam kaçacaklarken onları bulup Vahab'ı öldürürler. Tetiği Naval'in başına dayadıkları sıradaysa büyükkaneleri çıkagelir ve onu kurtarır. Üniversiteye gitmesi koşuluyla bebeği doğurmasına yardım edeceğini söyleyen babannesi bebeği yetimhaneye teslm edilmesi için bir bakıcıya verir ve Naval'ı Beyrut'a gönderir. Burada siyasal olayalra karışan Naval (Hristiyan bir Araptır) akıl kaçırtacak derecede korkunç  olaylara sahne olur. Bunu üzerine de sağcı Hristiyanların başkanına suikast düzenler.

Annelerinin gizli geçmişini öğrenmeye başlayan çocuklar git gide daha derine batmaya başladıkalrını sezerler. Annelerinin ölüm nedenini halen bilemedikleri için de Beyrut'da bu ölüme bir cevap arama gayretindedirler. Bir yandan kendi ayakları üzerinde duran ve hiçbir şekilde yıkılmayan, bir yandan da çok büyük acılar çekmiş olan bir kadını, annelerini iyiden iyiye tanımaya başlarlar. Ancak sonalra doğru diyebilirsiniz ki, "Keşke Simon'un lafına uysalardı da Kanada'dan Lübnan'a gitmeye kalkışmasalardı." Ben şahsen dedim.

72 numaralı mahkumun hikayesi fazla gerçek, fazla sarsıcı...
QuickEdit

You Might Also Like

1 yorum

brl dedi ki...

Merhaba, bloguna bayildim, takibindeyim, senide beklerim bloguma, trendberry.blogspot.com

Infinyteam