Saf Gerçekliğin Rahatsız Edici Yüzü: Dogtooth
"Su Tunç'un (yani kendimin) Eksiyirmidört dergisine yazdığı yazıdır..."
Bilimkurgu filmlerinin sıkça kullandığı belli bir grubun alt grubu tamamen tekeline alması durumu Kynodontas'da -hemen herkesin ilköğretim birinci sınıfa öğrendiği gibi- toplumun en küçük yapı taşına, yani aileye indirgenmiş. Sözlerimden Kynodontas'ın, yani Köpekdişi'nin bir bilimkurgu filmi olduğu çıkarılmasın. Giorgos Lanhimos'un yazıp yönettiği bu film, günümüz dünyasındaki kapitalist düzenin harita ölçeğiyle küçültülüp bir aile üzerinden oldukça çarpıcı ve çoğunluğun fikrine göre de "rahatsız edici" bir şekilde anlatılmasını konu ediyor.
2010 yılında En İyi Yabancı Film dalında Oscar adayı olan Yunan yapımı bu film, Giorgor Lanhimos'un üçüncü uzun metrajlı filmi olma özelliğini taşıyor. Çarpıcı ve insanın içine işleyen bir senaryo ve sekanslar arası geçişleriyle tam da amaçlandığı gibi insanı boşluk duygusuna sürükleyen yönetmenliğin yanı sıra oyuncuların performansı da ayakta alkışlanacak düzeyde.
Bariz bir şekilde Michael Haneke'nin şiddeti ve gerilimi son derece dozunda kullanan tarzından esinlenilmiş olan filmde cidden oldukça cüretkâr ve rahatsız edici sahneler var. Bu nedenle insan filmdeki karakterlerle kendini özdeşleştirmeyip onları büyük bir deneyin parçası olan denekler olarak gözlemlerse hissedilen rahatsızlık bir nebze de olsa giderilebilir.
Film, fabrikada çalışan ve dışarıdan son derece normal bir hayat sürüyor gibi gözüken bir babanın (Christos Stergioglou) üç çocuğunu (Aggeliki Papoulia, Mary Tsoni, Hristos Passalis) ve eşini (Michele Valey) şehirden uzakta bulunan bahçeli bir evde hapis tutmasını konu ediyor. Evde kimsenin adı yok. Aile bireyleri birbirini büyük kız, küçük kız, oğlan, anne ve baba olarak çağırıyor. Evde dışarıya çıkma özgürlüğü olan tek kişi baba. O da yalnızca arabasıyla çıktığını, sokağa adım atmadığını söylüyor. Dışarıya çıkmak oldukça tehlikeli. Baba kendi patriarkal iktidarını sağlamlaştırabilmek için onları sürekli dışarıda karşılaşabileceği tehlikelere karşı korkutuyor. Çocuklar köpek dişleri düştüğü zaman dışarı çıkabileceklerine - o da yalnızca arabayla- inanıyorlar. Ayrıca da köpek dişi düştüğü için dışarıya çıkmış bir erkek kardeşleri olduğunu düşünüyorlar. Bu da onların umutlarını her daim taze tutuyor ve eve bağlılıklarını artırıyor.
Kavramları Kendiniz Seçebildiğiniz Bir Dünya
Evde herhangi bir kitle iletişim aracı kullanılmıyor. Çocuklar tuzluğa "telefon", vajinaya "klavye", sarı çiçeklere "zombi" diyorlar. Yaptıkları iyi davranışlarla puan topluyor, hatalı davranışlarında cezalandırılıyorlar. Kediler dünya üzerindeki en büyük canavar olarak nitelendiriliyor. Baba,çocuklara dedeleri olduğunu söylediği şarkıcının İngilizce şarkılarını Yunanca’ya "Evimi çok seviyorum. Oradan ayrılmayı düşünmüyorum. Annemi ve babamı seviyorum."şeklinde çeviriyor. Eve haftada bir kez babanın iş yerindeki güvenlik görevlisi Christina (Anna Kalaitzidou) geliyor ve oğlanla ilişkiye girip, parasını alıp dönüyor. Eve gidiş dönüş yolunda da göz bandı takıyor. Yani baba, oğlunun ihtiyaçlarını göz önünde bulundururken, kızlarını tamamen ikinci plana atıyor. Burada erkek egemen toplumun tamamen seks üzerine kurulmasının ve toplumun sekse karşı olan bakış açısının tamamen erkek bakış açısıyla şekillendiğini görebiliyoruz.
Dilin Gücü
Filmde en önemli iletişim aracı "dil" olarak vurgulanıyor. Kardeşlerinin cinsel olarak doyurulduğu evde kızlar cinselliklerini kendi kendilerine öğrenmeye çalışıyorlar. Özellikle de açıkça Freud'e gönderme yapılan oğlanın Christina'nın vajinasından tiksinmesi, tatmin olamayan Christina'nın fosforlu taç karşılığında ailenin büyük kızına yönelmesi ve büyük kızın öğrendiği bu "iletişim" şeklini küçük kardeşinin üzerinde omzunu yalatarak kullanması bölümünde dilin kullanılma amacının bilinmemesine karşın dünyayla kurulan en önemli bağ olduğu vurgulanıyor.
Babanın kurduğu bu dünyada uçaklar yere düşebilen uçan oyuncaklar. Oğlan hayatındaki tek otorite olarak tanıdığı babasının resmini büyük bir özveri ile çiziyor. Baba, bir gün evin havuzuna üç adet "yenebilir " balık atıyor ve bilimle ilgilenen küçük kız, normalde balıkların havuzda nasıl bir anda ortaya çıktığını sorgulamak yerine babasını çağırıp havuza balıkların yüzerek geldiğini söylüyor. Bu aslında babanın kendi otoritesini sağlamlaştırmak için oynadığı bir oyun. Zira daha sonra baba dalgıç kıyafetleri giyiyor, balıkları avlıyor ve o balıklar akşam afiyetle yeniyor.
Filmin dönüm noktası ise Christina'nın tatmin olma karşılığında Rocky dvdlerini büyük kıza verdiği an. Dvdleri izleyen büyük kız, insanların isimlerle çağırıldığını görüyor, onları taklit ediyor. Lanthimos burada dilin gücünden sonraki ikinci en büyük mesajını veriyor; sanat. İnsanın sanat aracılığıyla değişebileceğini, kabuğundan kafasını çıkarıp yeni dünyaları keşfedebileceğini, ona dayatılan doğruların yanlış olabilme ihtimali olduğunu düşünebileceğini ve bu hayal etme- kabuğunu kırma-dış dünyaya açılma evrelerini gerçekleştirme yollarını öğrenebileceğini görüyoruz filmde.
Anne burada "gönüllü" bir tutsak rolünü üstleniyor. Bir şekilde dışarıdaki dünyayı çağırıştıran veya şiddet içeren her türlü kelimeyi masum bir cisim olarak tanıtan, ceza verilmesi gerektiğinde çocuklarına gözünü kırpmadan ceza verebilen, onlara ihanet ettiğini düşündüğü Christina'yı babanın def etmesi üzerine kızlarını oğluna sunabilecek kadar gözü kara ve günümüzün aile bağları kavramından arınmış bir kadın karşımızdaki. Eşinin en büyük canavar olarak nitelendirdiği kedileri kovmak için yere yatıp çocuklarıyla birlikte havlayabilecek kadar erkek egemen toplum anlayışını benimsemiş, kapitalist dünyadaki tipik anne örneği aslında. Evet, şimdiki dünyamızın genel geçer doğruları ensest ilişkiye sıcak bakmıyor. Bu filmdeki olayların da direk olarak algılanmamasını, bütün davranışların birer laboratuvar deneyi olarak düşünülmesi gerekiğini söylemiştim. Zira daha geniş bir açıdan bakıldığında babanın piramidin en üstündeki kişi, annenin piramidin en üstündeki kişinin emirlerini sonuna kadar uygulayan ve bunu halka iletmekle görevli olan bir bürokrat. Çocuklar da sınırları belirlenmiş bir dünyada yaşayan, eğer kafalarını biraz kaldırırlarsa başlarına çok kötü felaketlerin geleceği korkusuyla donatılmış ve bu nedenle
birbirlerine sıkı sıkıya sarılmaları gerektiği vurgulanan, gerçeğin aynası olarak beyinlerine işlenen sanatın tamamen çarpıtılarak ve düzeni bozmamak amacıyla bir araç olarak kullanıldığı "halk"ı temsil ediyor. Ancak hiçbir düzenin, ideolojinin sonsuza dek aksamadan sürmeyeceği gibi bu erkek egemen kapitalist düzenin de günün birinde çatlayacağını, bunun da ancak dilin yerinde kullanımı ve sanatla gerçekleşebileceği vurgulanıyor. Yıllardır köpek dişinin kırılacağı gün çıkacağını düşünen ancak büyük ihtimalle de zaten korktuğu için hiçbir zaman dışarı çıkmayacak olan büyük kız Rocky filminden dişini dışarıdan müdahale ederek kırabileceğini öğreniyor. Köpek dişini kırıyor ve babasının arabasının bagajına girerek dışarı çıkıyor. Filmin devamı insanı belki de filmin akışına ilk defa dahil edip umutlandırsa da, filmin aslında bir deney olduğu son sahnede de izleyiciye hatırlatılıyor.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder